15 Ekim 2010 Cuma

Bir gün tek başına..

Bir gün tek başına.. Çok korkutucu gibi gelir yalnızlık ama bazen de tek ihtiyacımız olan şeydir. Belki evin boşluğunun sesiyle, ya da  sevdiğimiz o an duymak istediğimiz bir iki seçmece parçanın eşliğinde aradığımız huzuru yanı başımızda bulmak..Hiçbir telaş olmadan pijamalarımızın üzerine geçirdiğiniz sıcacık hırkayla pencerenin kenarına tünemek.. Elinizde en sevdiğiniz fincanda ne zamandır yapmaya üşendiğiniz bitki çayı. Yoldan geçenlere bakarak geçirilen dakikalar..  Düşüncelerinizin sadece gelen geçenler üzerine yazdığınız senaryolardan ibaret olması.. Benim uzun zamandır düşlediğim özlediğim buymuş. Biraz yalnız kaldım bugün de, tek başına geçirdiğim böyle günleri ne çok sevdiğimi hatırladım. Buena vista social club tan chan chan ı dinlerken, kendimi buralardan çok uzakta dilini yeni öğrendiğim insanların arasında düşlemek beni heyecanlandırdı. Ne kadar çok öngöremediğim bir gelecek beni huzursuz etse de uzaklarda bir başıma olduğumu düşlemek  aksine mutlu kıldı. Hayatını kendinin yönlendirdiği düşüncesi, eve alınacaklara yalnız karar verme, anahtarlarını unutmanın sorumluluğunu üzerinde taşıyıp gerekirse çilingire gitmek zorunda kalma ve bunun gibi belki de bir başına yaşayanların belki de nefret ettikleri şeyler benim için şu an süslü püslü bir hayal.. Nereden nereye geldim. Bir yalnızlık türküsü tutturmuşum kalabalığın içinde. Konuyu dönüp dolaşıp kendi hayatıma ve hayallerime getirdim. İşte bu aralar böyleyim, yalnızlığı arıyorum, özlüyorum ve düşlüyorum. Arkadaşlarımdan, ailemden, çevremden ya da sevgilimden nefret ettiğimden değil, ihtiyacım olanın bu hayata tek başına tutunmak olduğundan..

15 Eylül 2010 Çarşamba

Yüksek topuklarla süzülmek havada..

Karnım kaç saattir aç ama bayramdan kalan çikolatalar yardımıyla biraz daha dayanabildim. Yalnız yemek yemeyi sevmediğimden kardeşceğzimi bekliyorum. O da Türk eğitim sisteminin vazgeçilmez destekçisi olan dershanede. Mutfaktan canımın haftalardır istediği makarna kokusu yayılıyor. Garip miyim neyim evde onca bol emekli yemek varken bile canım makarna çekiyor. Alışkanlık desem, çok da yemem ama severim keretayı. Neyse anneme yakarışlarım artık işe yaradı. Bugün bundan bahsetmeyecektim ama temel ihtiyaçlar işte böle her şeyin önüne geçiyor. 


 Bu aralar her genç kızın rüyası mıdır bilmem ama benim sanırım uzaktan görüp beğendiğim şeylerle başım dertte. Topuklu aykkabılar, klasik kumaş pantalonlar, etekler,ceketler, gömlekler.. Benden uzak olanları edinmeye çalışmak, o spot ışıklı kabinlerde kan ter içinde kalarak giyinmek ve sonunda aynadakiyle bakışmak.. Pardon tanışıyor muyuz? Bu değişim de baya sancılı. Yıllardır rahata alışmış ayaklarım birden zarafet gerektiren, seni havada tutan bir çift topuğun üzerinde. Ceketi ise giydiğim gibi kendimi bir bankanın resmiyetinden fırlamış gibi hissettim. Ya ben o kadar büyümedim ki diye düşünürken birdenbire kıyafetlerim ayakkabılarım değişiyor. Diğerlerini kenara atamayacağım henüz mezun olmadım. Ama ya mezun olunca tatil günlerini mi bekleyecek en sevdiği süper spor ayakkabılarım, converselerim. Böyle de dertliyim işte.

 Ama iyiki dünyaya dişi olarak açmışım gözlerimi. Ruhumu şenlendiriyor alışveriş yapmak, güzel görünmek ve asıl önemlisi güzel hissetmek, kadın olarak hissetmek. Belki toplum içinde değerimizi bulamadık hala, özgürlüğümüzü kısıtlayan bir dolu yaptırım var üzerimizde. Ama bir düşünün kadın olmanın değerini. Bir çift topuklu ayakkabı giydiğinizde, kadın hatlarınızı belli eden bir elbise giydiğinizde, kirpiklerinize iki rimel darbesiyle bir yaşam kattığınızda duruşunuzun nasıl değiştiğini, yerde nasıl emin adımlarla ilerlediğinizi. Belki de bu hanım hanımcık kıyafetlerden öte nasıl duygularımızla yaşadığımızdır kadın olmak. İçtiğimiz kahve sadece bir içecek değildir bizim için. Tadını alınca hissettirdikleridir kahve. Belki bir huzurdur sabah bulduğumuz, belki   kırk yıllık hatrı olan dostumuzla bir sohbettir onun eşliğinde ya da alıp geçmişe götürendir kokusuyla birlikte. Kahve sadece bir örneği bizim nasıl hissederek yaşadığımızın. Acısını da yaşayıp defalarca vazgeçmeyiz aşkı aramaktan. Korkup kaçmayız bulduğumuzda da. Hisli varlıklarız vesselam. Elimizden alırsanız onları, kalmaz kadın olmanın ayrıcalığı..

12 Eylül 2010 Pazar

Geçimsizim bugünlerde..

Beni mutlu eden şeyleri hatırlamakta güçlük çekiyorum bu aralar. Hani bir zamanlar kızdığım, acılarını abarttıklarını, iyileşmek için çaba harcamadıklarını düşündüklerimden bir farkım kalmadı. Zaten neye laf söylesem başıma gelir ya.. Bu da başıma geldi işte. Bu ne melankolikliktir, ne yaşama küsmüşlüktür. Ben kimim diye sorgulayan bir tek Candan Erçetin değil ya, şarkıdaki gibi geçimsizim ben de bugünlerde. Üstelik en çok da kendimle geçinemiyorum.Dibe vurdum desem yeridir. Hayata karşı heyecanımı kaybettim. Hissetmiyorum ya bir şey, uyuşmuş gibiyim. En yakın arkadaşlarım bile sanki artık uzaktalar. Biraz da benim koyduğum mesafelerden belki de. Seviyorum demeyi bir kenara bıraktım. Su yüzündeki her şeyden nefret ediyorum. İçten içe bir şeyleri sevmenin acısını gözüme takılanlardan çıkarıyorum. Sırf sevdiklerim kalbimi kırdı, incindim diye birilerini incitme telaşesi içindeyim. Geçenlerde kuzenimin bahsettiği felsefeye ayak uydurdum sanırım. Acıyı da, mutluluğu da, en ufak bir duyguyu da sonuna kadar yaşamaktan bahsediyordu. Hem o kadar çok sevmek istiyorum hem o kadar çok acıyı hissetmek. Yaşamak bu muydu? Bilmiyorum deniyorum ben de. Gözümü kapatıp huzuru arıyorum içimde. Ama iyi saklanmış olmalı kerata. Bir şeyleri unutmuş, o huzura ermiş bir şekilde gülümseyerek uyanamıyorum. O acıyla kalkıyorum sabah. Aynada uzaklaştırmaya çalışıyorum onu kendimden. Gülümse hadi, ee biraz daha.. Bak ne kadar yakıştı sana. Mutlu bir çocuktun sen unuttun mu? Babanın işten geldiği saatleri balkona bekleyerek geçirirdin. Geldiğini görmek, arabadan indiğini görünce dayanamayıp seslenmek. Sanki hiç taşıyamayacakmış gibi, koştur koştur aşağı inmekti eğlencem alışveriş poşetlerini görünce. Ya da dedemle bakkal amcaya gitmekti mutluluk, tüm bakkal benimdi ya. Dilediğini alabilirsin, nasılsa aa o olmaz zararlı diyecek annem yokken yanımda.Koşardım, oynardım, mızıkçılık yapardım düşerdim de bazen. Düştüğümde ağlardım her çocuk gibi ama yarayı unutup kalkardım gene.Oyun söz konusuydu. Ee şimdi de hayat bir oyun. Hadi kalk artık bırak yaranı kendi haline. Arada sızlayacaktır hatırlatacaktır kendini ama geçiverecektir bir gün. Silik bir iz bırakacaktır yerinde, o da yaşadıklarını tamamen unutma diye.

11 Eylül 2010 Cumartesi

Ah be hazan mevsimi..

Eylülün ortasına geldik ama ben bu yazı anlayamadım ki. Son 3 yıldır kendimi Ankara'nın yaz sıcağına kendi ellerimle teslim ediyorum. Hep bir bahanem vardı gitmek için. Gitmem lazım derslerim var alttan. Gideceğim sanırım bu yıl gene. Üstten ders alırım rahat ederim gelecek yıl. Hem bütün arkadaşlarım orada, burada ne yapacağım bak bir haftada sıkıldım işte. Anneme bu yıl gitmeyeceğim kesin diye söz verip, son anda aklımı çelen sevdiceğimin peşinden koşarak gittim bu yıl da Ankara'ya. Ahh ahh.. Gitmeyeydim böyle olur muyduk bu bilinmez ya, neyse düşünmeyelim o kısmı. Hem olacağı varsa olacaktı bunlar elbet.
 İşte ben 3 yıldır anlamıyorum tadını yaz mevsiminin diyeceğim ama biraz abartılı olacak. Bu yıl anlayamadığım ise, gerçek. Evet kavurucu sıcaklara maruz kaldım herkes gibi. Yaz okulu dönemini bir sürü istemediğim olayla kapatıp valizimi topladığım gibi Akbük'e attım kendimi. Aile saadetine tam ortadan daldım. Sabahın köründe uyanıp, kendimi serin sulara bıraktım arınmak istercesine tüm düşüncelerden. Geleceğimin belirsizliğini dalgaya vurdum. İçimi acıtanları derin bir nefes alıp, zihnimin derinliklerine ittim. Gözümü kamaştıran o parlak güneşten şikayet etmedim hiç. O sıcağa rağmen delicesine meyve sebze alışverişine kapılmış kalabalığın içinde buldum kendimi. Bir yandan günler geçerken, biz akşam üzeri dağlardan esecek bir rüzgarı bekliyorduk. Azıcık esse artık derdik. Terasa çıkıp, batan güneşe veda etmek ya da daha güzeli güneşe denizin içinde veda etmek..Güneş gitti diye üzülmedik hiç. Akşamları da güzeldir ya yazların. Gökteki binlerce yıldızla da geçirebilirdik geceyi, sahile doğru inip boncukçuların önünde oyalanabilirdik saatlerce ya da sadece oturup bir taşa sakin denize ve yanınızdaki kalplere açabilirdiniz içinizdekileri. Her şey güzeldi ya, bu rüyanın da vadesi doldu. Biletlerimizi aldık ve eve döndük.
 Ve hızla akıp giden zamanı görüverdik birden.Daha var derken, bayram geldi çattı. Ee ben haftaya dönüyorum Ankara'ya. Tatilim bitiverdi birdenbire. Sonbahar geliverdi birdenbire. Daha yazlıkçı modumdan kurtulamadım ama çoraplarımı giydim çoktan. Çoraplarıma takılınca gözüm bir kez daha anlıyorum yazın bittiğini, sandaletlerin, cıvıl cıvıl elbiselerin dolaplara çekilme zamanının geldiğini. Ve bir kez daha başlıyoruz yeni bir yıla. Ah be hazan mevsimi, yaptın gene yapacağını. Daha sarıların, kızılların büyüsüne kapılmadan, işledi içimize koca bir hüzün..

10 Eylül 2010 Cuma

Yepyeni bir heyecan..

"Yaz geçer iyi gelir sözcükler" dizelerinden etkilendim sanırım oldukça. Kendimi bir blog açarken buldum. Tanıdığım herkesten uzakta dilediğimi söylemek cezbetti belki de. İhtiyacım olan buydu bir nevi uzaklaşmak herkesten, her şeyden, belki de biraz kendimden. Yeni bir heyecan yarattım kendime ve burdayım bana iyi gelecek sözcüklerle birlikte.
 İyi olacağım ümidiyle çıkıyorum ya yola, noldu da bu derece soğudum hayattan. Sırf biri canımı yaktı diye mi? Ben de bilmiyorum henüz ama suçlamak kolayıma geliyor. Tüm bu halimin sorumlusu gene benim, içten içe kalk kızım kendine gel diye çırpınmamın nedeni de bunu bilmem. Ama gene de kendimi kaptırıyorum aynı aşk şarkılarına.. Aşk bir rüyaymış uyandık, adı kaldı dilimizde diye mırıldanırken buluyorum kendimi. Rüya mıydı peki her şey? Gerçeklerden uzak mı o mutluluk? Sorularla tıkayıp kalbimden gelen sesin önünü, onca zaman mantık aramadığım şeylerde mantık arıyorum geç kalmış bir şekilde. Sonra gene bir şarkı alıp götürüyor beni. Uzakta gördüğüm yüz benim mi? Birini arayan gözlerim mi? Yalvaran boş kalan ellerim mi? İnanmam olamaz inanmam. Geçmişte yaşıyor gibiyim. Beni bir yandan teselli eden, bir yandan içimi acıtan bütün şarkılar nostalji albümlerinde. Anlaşılan ben o dönemlerin aşklarında kalmışım sanki o dönemleri yaşamışım gibi. İlerleyememişim. Ne "sorun şehirlerde değildi biz tam yalandık" cümleleri avutuyor beni ne " gidiyorum şimdi elimde bir yürek bu sonuca nasıl geldik delice severek" diyen Demet. 
 Sözün kısası ben bu aralar şarkılarda kendimi buluyorum. Belki de hep böyleydim de şimdi fark ediyorum. Açtım Levent Yüksel'i. Yar yine bana haram geceler, senin için ağlıyorum diye sözlere kendimi kaptırırken,aşk buymuş herkesi acıtmış, herkesi bu yollardan geçirmiş yalnız değilsin tatlım diyorum. Şu anda bir büyük açıp adabına uygun efkarlanmıyor olsam da, o ortamı yaratıyorum duygularımda. Olsun be güzelim içelim güzelleşelim o zaman..